Zaman zaman çocukluk arkadaşlarıyla ya da akrabalarla geçmişi yad ederken, kimi tek kanallı televizyonun program akışını, kimi de sokakta oynanan oyunları sayar bir bir. Benimse aklımdan çıkmayanlar, sokak hayvanlarına yaptığımız kulübeler, rengarenk çiçekli bahçeler ve gözümün önünde canlanıveren yandakine benzer bir resim. Köylerde daha yaygın olmasına karşın, o yıllarda şehrin bahçeli evlerinde de gördüğüm bu mucizevi alet, bugünkü bilincimle çok daha anlamlı bir hal aldı ve eğitimlerimdeki öğretilerin bir numaralı metaforu oluverdi dilimde.
Su tulumbalarından bahsediyorum. Hani kuyudan su çekerdik. Bazen güneşin altında geçen uzun saatlerden sonra demir sapı tutulamayacak kadar ısınırdı. Öte yandan kullanırken de taşan suyun serinliğini ellerimize ulaştırır, adeta sabrımızı ve çabamızı ödüllendirirdi. Hemen yanında da çoğunlukla ağzı açılıp kenarları düzlenmiş, eski, küçük bir yağ tenekesi ya da zincirle demir gövdeye bağlanmış paslı bir tas eşlik ederdi bizim tulumbalara. Tas, teneke ya da plastik bir kap…eşlikçi ne olursa olsun içi su dolu olurdu. Bir amacı vardı çünkü. Bir süre kullanılmadığında tulumbadan su gelmediği için bu tastaki su tulumbanın üzerinden içeri dökülür, bu sırada emme basma tulumbamız bir aşağı bir yukarı hızla çekilerek içindeki havanın boşalması ve tulumbanın su vermesi sağlanırdı. Bir tas su dökerdik, o da bize verdiğimizden çok daha fazlasını geri verirdi. Bu kurgu bana hayatı hatırlatır hep.
“Niye ilk adımı ben atıyorum? İlk önce o benden özür dilesin, ilk o bana seni seviyorum desin, o bana merhaba demiyor ki ben ona diyeyim …” gibi cümleleri ne zaman duysam tulumbalar aklıma gelir. Aslında hayat da ilişkiler de tulumbadaki kurgu kadar basit. İlk adımı pozitif bir niyetle küçük de olsa sen at, emin ol daha fazlasını bulacaksın. Tulumbayı çeken kollardaki çaba gibi emek olmadan, dökülen o bir tas su gibi ilk adımı atmadan sadece karşıdan beklemek ne kadar adil?
Hayat, bir şeyleri değiştirmek istiyorsan bebek adımı dahi olsa önce eyleme geçmeyi ve çabayı gerektiriyor. Tabii bir de tekrar geldiğimde yeniden su çekebilmem ya da benden sonrakiler de kullanabilsin diye suyu çektikten sonra o küçük tası tekrar doldurup tulumbanın yanına koymak gibi sorumlulukları yerine getirmeyi.
Tolstoy buraya kadar anlattıklarımı bir cümleyle ne güzel özetlemiş. “Herkes dünyayı değiştirmek istiyor ama kimse kendini değiştirmeyi düşünmüyor.”
Hala bazı yargılayan zihniyetler o tulumbaya suyu döküyorum, sonra çaba gösterip kolu da indirip kaldırıyorum ama hala su gelmiyorsa, ya kuyu kuruduysa ne yapalım Engin Hocam? dediğinde de yeni bir kuyu kazması gerektiğini hatırlatıyorum. 20 tane kazdık hala su çıkmıyor dediğinde, 20 tane 1 metrelik çukur kazacağına 1 tane 20 metrelik kazması gerektiğini, öylesine değil, adanmışlıkla bunu yapması gerektiğini vurguluyorum.
Ben inanmaktan, çaba göstermekten vazgeçmeyeceğim. Umarım siz de benim gibi hala insana, hayata, olumlu çabaya ve değişimin önce içimizden başladığına inananlardansınızdır.